MADEN OCAĞINDA CİNAYET

MADEN OCAĞINDA CİNAYET

28 Haziran 2022 Genel 0

Gerçek cinayet hikayeleri …Hikaye değil gerçek…

Hayat acımasızdır. Bazılarını tanıdığınıza pişman eder. Bazılarını da daha önceden tanımadığınıza! Bir saatte aldığınız bir karar sonucunda 50 yıl sürecek bir ömrü ziyan eder insan, ne yaparsa kendine yapar. Pişman olmuştur olmasına ama son pişmanlık neye yarar. Gerçek cinayet hikayeleri pişmanlıkla dolu yılların ilmek ilmek işlediği olaylardır. Okuyup ibret almak gerekir…

31 Yıl Önce…..

Mehmet’ in içi kıpır kıpırdı. Babası bisiklet alacağına söz vermişti. Akşam olmasını ve babasının eve dönmesini adeta iple çekiyordu. 6 yaşındaydı Mehmet. Annesi Aysel ve babası Kerem ile birlikte köy de yaşıyorlardı. Babası memurdu ama köyünü bırakamamıştı bir türlü. İlçeye çok uzak olmadığı için hergün gelip gidiyordu. Hayatından çok mennundu. Güzel bir maaşı, genç güzel bir karısı vardı. Aysel ile evlendiklerinde kendisi 32 yaşında Aysel ise henüz 17 yaşındaydı.

Aysel güzelliği ile ün salmış bir kızdı. Türk sinemasının pekçok ünlü kadınlarından bile daha güzeldi. Hep onlar gibi artist olma hayalleri kurar, çocukluğundan beri artist olma planları yapardı. Lakin kader onu kendisinden 15 yaş büyük biriyle evlenip bir köyde yaşamaya mecbur bırakmıştı. Tabiiki bu onun düşüncesiydi. Zira köyde eşi memur olan ve düzenli geliri olan tek aile onlardı. Yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında idi. Kerem hiçbirşeyi esirgemez herşeyin en güzelini alır getirirdi. Evine eli boş geldiği görülmemiştir. Karısını taparcasına severdi. Bu sevgisinden olacak ki onun aşağılamalarını, kendisini hor görmesini zerrece takmazdı. Onun tüm hakaretlerine rağmen ağzını açıp tek kelime etmezdi. Köyün diğer kadınları maddi-manevi yokluklar içinde kıvranırken onların durumu bu idi.

Ancak bu durum Aysel’ in hiç umrunda değildi. 23 yaşında gençliğinin ve güzelliğinin doruğundaydı. Artık bu köyde yaşamak istemiyordu. 6 yaşındaki oğlu Mehmet’ i bile umursamıyordu. Ne yapıp edip İstanbul’ a gidecek Yeşilçam’ ın en güzel artistlerinden olacaktı.

Mehmet çok güzel bir çocuktu. Annesinin güzelliğini almış adeta erkek güzeli idi. Babası bisiklet alacağı için Mehmet’ in içi kıpır kıpırdı ama; o gün içi kıpır kıpır olan heyecandan yerinde duramayan biri daha vardı.

Aysel daha önceden tanıdığı ve kendisini artist yapacağını söyleyen bir adamla kaçmaya karar vermişti. Adamın adı Resuldü. Ayseli cocukluktan tanırdı. Ahlaksız, serseri işe yaramaz tiplerden biriydi. Kırmızı renkli çok eski model bir kadillak arabası vardı Resulün. Son bir aydır evlerinin arka bahçesindeki duvar tarafına bir araba gelip gidiyordu. Mehmet bunun farkındaydı. Bugünde, sabah babası işe gitmek için çıkar çıkmaz evin arka tarafındaki duvarın kenarına bir araba yanaşmıştı. Mehmet hemen yatak odası tarafına geçti. Annesi hızlı adımlarla arabanın olduğu tarafa gitmiş çok geçmeden geri dönmüştü. Döner dönmez valizlerini toplamaya başladı. Mehmet küçüçük yaşına rağmen birşeyler olacağını sezmişti. Annesinin yanına koştu. Anne nereye gidiyorsun beni de götür diyerek bacaklarına sarıldı. Aysel’in gözü hiçbirşeyi görmüyordu. İnsanlıktan nasibini almamış bir serserinin sözlerine kanarak içinden çıkılmaz bir girdaba doğru sürükleniyordu. Artık onu geri döndürmek neredeyse imkansızdı. Artist olma sevdası bütün benliğini sarmıştı. Mehmet’i bir hışımla geri itti. Defol başımdan işim var diye bağırdı. Mehmet annesinin bu tür azarlarına alışkındı. Bir kere bile saçını okşamamış sevgisini göstermemişti. Fakat bu sefer canı yanmıştı. Kös kös camın kenarına gelip tekrar oturdu. Aysel can hıraş eşyalarını toplamaya devam ediyordu. Sonunda valizlerini hazırlamış, makyaj dahil her türlü hazırlığını tamamlamıştı. Saatte öğleden sonra 4 olmuştu.

Mehmet bisikleti unutmuş annesinin derdine düşmüştü. Bir gözüyle bahçe kapısından babasını gözlüyor, bircan önce gelmesi için dua ediyordu. Bir gözüylede annesini izliyordu. Aysel iyice sabırsızlanmaya başlamıştı. Hadi artık, nerde kaldın, bu salak adamla beni karşı karşıya getirme diye söylenip duruyordu.

Çok geçmeden kapının önünde kırmızı bir araba durdu. Mehmet çiselemeye başlayan yağmur damlalarının arasında camdan dışarı bakakalmıştı. Kapıdan babası yerine gömleğinin düğmeleri neredeyse göbeğine kadar açık, kılları gömleğin arasından dışarı fırlamış, yüzündeki alaycı gülüşüyle elinde ki tespihi sallaya sallaya bir adam girmişti. Adamın yüzündeki sırnaşık ifade Mehmet’ in hafızasına kazındı adeta.

Aynı anda Aysel’ de iki valizini kaptığı gibi dışarı fırladı. İğrenç suratlı bu adamın boynuna sarılıp öptü. Herşey küçük Mehmet’in gözlerinin önünde yaşanıyordu. Aysel Resul’ le birlikte dış kapıdan çıkarken bir anda camdan bakakalan oğluyla göz göze geldiler. Bu Mehmet’ in annesini son görüşüydü. Annesinin sevinçten ayakları yere değmiyordu ama gözlerinde ki korkuyu sezmişti Mehmet. Buğulu cama çiseleyen yağmur damlaları arasında kaybolup gitti kadın. Güle oynaya gitmişti gitmesine ama gözlerinde ki korku ve endişenin nedeni neydi? Bu sorunun cevabını yıllar verecekti. Kim bilir belki de yaptığı işten pişman olma korkusu vardı Aysel’ in gözlerinde.

Hayallerinin peşinden koşuyordu. Hayata yeni bir başlangıç yapacaktı. Lakin çıktığı bu yol acılar, pişmanlıklar ve keşkeler içinde yaşanacak bir ömür, sonrasında ise ıssız bir maden ocağının soğuk çukurlarında sona erecek bir hayatın başlangıcıydı aslında…

31 Yıl Sonra…..

Hemen önünde duran, derinliği 20 metreyi bulan maden çukuru son umuduydu. Neredeyse üç saattir girmediği çukur kalmamıştı ama istediği kalitede numuneyi bulamamıştı. Elindeki halatı tümseğin altındaki meşe ağacına sıkı sıkı bağladı. Elinde tuttuğu halata bütün gücüyle asılıp sağlamlığını kontrol ettikten sonra yanındaki arkadaşına ağaçtan sarkan ucu tutmasını tenbih ederek kendini aşağı bıraktı. Bir iki metre sarkmıştı ki çukurun tabanında alışılmışın dışında bir görüntü dikkatini çekti. Çatal şeklinde bir cisim vardı. İnsan bacağına benzetmişti. Önemsemedi kalın bir ağaç dalı diye düşündü. Kendini aşağı bıraktı. İki dakika sonra çukurun tabanına varmıştı lakin iner inmez karşılaştığı manzara adeta yüreğini ağzına getirdi. Mağaza mankeni bunlar, getirip çukura atmışlar diye düşündü. Ancak manken olmadıklarını anlaması uzun sürmedi. Bal gibi de bir kadın ve bir erkeğe ait iki cesetti ayaklarının altında duran. Hayatında hiç bu kadar korkmamıştı. Birden kendini yukarı atmak için ipe sarıldı fakat içine düştüğü korku ve heyecandan dolayı takati kalmamıştı. Erkeğin kafatası vücudunda kalmış, kadının kafatası ise kopmuş ve yan tarafa yuvarlanmıştı. Göz çukurları toprak doluydu. Üzerlerinde elbiseleri duruyordu. Adamın kemerinde bir telefon kılıfı, içinde de nokia 3310 marka cep telefonu halen duruyordu. Birdenbire çukurun kenarlarındaki tırmalama izlerine takıldı gözü. Dehşet içinde kalmıştı. Muhtemelen çıkmak için duvarları tırmalamışlar, kanlı izler bırakmışlardı. Elindeki tornavidayı az önce yukardan gördüğü çatal şeklindeki adamın bacağına soktu. Plastik veya sert değildi. Sabunlaşmış cesetti bunlar. Çukurun tabanının serin olması ve üzerlerine bir miktar toprak dolmuş olması nedeniyle cesetler çürümemiş sabunlaşmıştı. Beti benzi atmış, ten rengi adeta tatile çıkmıştı. Korkudan yığılıp kalmıştı olduğu yere. Yaklaşık 5 dakika kendine gelemedi. Bir ara kafasını kaldırıp yukardaki arkadaşına baktı. Oda çukurun tabanına bakıyordu ancak gölge vurduğu için aşağıyı tam görmesi mümkün değildi.

Ne yapacağına karar vermeliydi. Hayatı adeta film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. Gördüklerini anlatsa ona kim inanırdı. Sen öldürdün derlerse ne yapardı. Kendini nasıl açıklardı. Ya üzerime kalırsa diye düşündü. Adeta canı çekildi. Kalmasa bile gerçek ortaya çıkana kadar gözaltında kalabilirdi. Aklından neler geçirmedi ki. Kendine gelmeliydi. Cesetlerin durumundan 4-5 yıldır burada oldukları sonucuna varmıştı. Bugüne kadar kaldıklarına göre bugünden sonra da kalsınlar diye düşündü. Kararını vermişti. Kimseye birşey söylemeyecek otobüse atladığı gibi memleketi Elazığ’ a dönecekti. Hızla tırmanmaya başladı. Şimşek gibi çıkmıştı adeta. Kanter içindeydi. Arkadaşı elini uzatıp yukarı çekti ancak haline şaşırmıştı. Gözlerindeki dehşet gün gibi ortadaydı. Ne oldu diye sordu. Cevap veremedi. Sesi titriyordu. Biraz yutkunduktan sonra çukurun dibinde yılan varmış, az kalsın ısıracaktı ondan korktum diyebildi. Ancak bu cevap arkadaşını ikna etmeye yetmemişti. Cemil’ i iyi tanırdı. Yılandan korkmayacağını iyi biliyordu çünkü kaç kere yılanla karşılaştığını görmüştü. Hatta bir keresinde eliyle yakaladığı yılanın kafasını dişleriyle kopardığına şahit olmuştu. Yalan söylediğini anlamıştı. Cemil abi senin betin benzin sapsarı olmuş, sesin titriyor, kanter içinde kalmışsın, numunede almamışsın, belliki birşeyden korkmuşsun dedi Haydar. Arkadaşının soruları bunaltmıştı. Birşey söyleyemeyecekti ama nasıl saklayacaktı gördüklerini onuda bilmiyordu. Haydar da bu işin peşini bırakmayacaktı anlaşılan.

Güneş tepeleri aşmış neredeyse batmaya yüz tutmuştu. Ağaca bağladığı ipi hızla çözdü. Üzerindeki tozu toprağı elleriyle çırparak temizledikten sonra hadi biran önce yola çıkalım dedi Cemil. Haydar hayretler içinde Cemil’ i izliyordu. Abi ne oldu sana hiç normal değilsin aşağıda bir şey gördün nedir söyle diye sesini yükseltti. Cemil sıkışmıştı, korkmuştu ve korktukça yalan söylemekteydi. Dostoyevskinin “Korku yalan doğurur” sözünü doğrularcasına yalanları ard arda sıralıyordu lakin vücut dili yalanlarını adeta yüzüne vuruyordu.

Haydar’ ı ikna edecek birşeyler söylemeliydi. Aşağıda iki tane manken olduğunu düşündüğüm birşey gördüm. Bir kadın bir erkek. Çürümüş vaziyetteler. Büyük ihtimalle manken ama gerçek insan olabilir diye tedirgin oldum dedi. Haydar büsbütün sinirlenmişti. Hadi ordan dedi. Sen gerçek cesetle mankeni ayırt edemeyecek adammısın diyerek sert çıktı. Gerçek ti değil mi benden saklıyorsun, şimdi doğruyu söylemezsen aşağı iner ben öğrenirim diye de ekledi. Cemilin kaçacak yeri kalmamıştı. Daha fazla gizleyemezdi gördüklerini. Evet dedi. Aşağıda bir kadın ve bir erkek cesedi var. Kimdir nedir bilmiyorum sanırım 4-5 yıldır oradalar. Başımız belaya girecek. İkimizde bu işten sıyrılamayacağız dedi. Az önce gerçeği öğrenmek için yırtılan Haydar adeta küçük dilini yutmuş, bir anda sessizliğe gömülmüştü. Güçlükle “Eminmisin” diyebildi. Adım gibi eminim dedi Cemil. Daha fazla konuşmadılar. İpi toplayıp arabalarına atladıkları gibi Denizli’ nin yolunu tuttular. Sakin kafayla oturup düşünecek ve ne yapacaklarına karar vereceklerdi.

Son Pişmanlık Neye Yarar… Her şeyin bedeli var…

5 yıl önce….

Suratında patlayan tokatla kendini karyolanın kenarında bulmuştu Aysel. Kafası karyolanın ayağına çarpmış ve yarılmış, alnından akan kanlar gözünün içine dolmaya başlamıştı. Yutkuna yutkuna ağlıyor, biryandan da gözüne dolan kanı eliyle silmeye çalışıyordu. 25 yıl önce artist olma sevdası ile girdiği çıkmaz yoldan birdaha geri dönememişti. Daha kocasından ve oğlundan ayrıldığı ilk gün geldiği bu izbe evde kendisini beklemekte olan alçak insanların kollarında sabahlamıştı.

Resul herşeyi önceden planlamış, Aysel’ i tanıyan 4 kişi ile anlaşmış parasını bile alıp cebine koymuştu. Eve girdiklerinde tanımadığı yabancı erkekleri gören Aysel geri dönüp gitmek istedi ancak yediği tokatla şu an tutunmakta olduğu karyolanın ayağına yapışması bir oldu. Kendine geldiğinde ağrı ve sızılar içindeydi. Her yeri mosmor olmuştu. Kaç gün olmuştu, neredeydi, neyin içine düşmüştü, nasıl bir insana güvenmişti bilmiyordu. Hakettin sen bunu dedi kendi kendine. O günden sonra cezalıydı. Ciğeri beş para etmez bir adamın sözüne güvenip kendisini canından çok seven kocasına ve biricik evladına ihanet etmişti. Bunun cezasını çekmeliydi. Kendi düşen ağlamaz dedi. O günden sonra bir daha çıkamadı bu evden. Artık Resul’ ün tabiriyle ekmek teknesiydi.

Kocası Aysel’in peşini bırakmadı. Kaç kere polislerle birlikte kapısına dayandı. Herşeye yeniden başlarız, her halinle kabulümsün dese de Aysel’i ikna edemedi. Her seferinde polislere kendi rızası ile kaçtığını , eski kocasından nefret ettiğini söyleyerek geri göndermişti. Kirlenmişti Aysel. Kerem gibi temiz bir adamı da kirletemezdi. Kendi hükmünü kendi vermiş cezasını da onamıştı. Kendi seçtiği bu bataklığa başkalarını da sürüklemeyecekti. Zaten istese de gidemezdi. Resul gitmesi durumunda kocasını öldürteceği tehdidin de bulunmuştu. Yapardı da. Üç kuruş için gözünü kırpmadan adam öldürecek onlarca köpek vardı etrafında.

Nasıl bir çıkmazın içine düşmüşlerdi…

Kafalarında her seferinde boşa çıkan onlarca yüzlerce senaryoyla Haydar’ın evine geldiler. Mütevazi bekar evine geldiklerinde saat gecenin ikisi olmuştu. İkiside çok yorulmuştu ancak yolculuktan değil korkudan ve düşünmekten yorulmuşlardı. İkisi de korkak değildi ama korkuyorlardı başlarına gelen bu durumdan. Yanlış anlaşılmaktan, cinayetin üstlerine kalmasından vs. vs. her türlü senaryo geçiyordu akıllarından. Cemil’ in tek derdi yatıp uyumaktı. Zira dizlerinde derman kalmamıştı. İkisi birlikte yatağın iki kenarına kendilerini zor attılar. Derin bir uyku onları bekliyordu.

Acı Üstüne Acılarla Dolu Yedi Yılın Sonunda…

Annesi gideli tam 7 yıl olmuştu. Mehmet 13 yaşındaydı artık. Epey büyümüş serpilmişti. Babası yaşadıkları yüzünden çökmüştü adeta 46-47 yaşlarında olmasına rağmen sanki 70 yaşında gibi görünüyordu. Ayseli gitti gideli yüzü gülmemişti. Köyün genç kızları dahil pekçok kadın kendisini ile evlenmek için seferber olmuştu ama o hiçbirine dönüp bakmamıştı bile. Hergün börekler, dolmalar, tatlılarla dolardı evin mutfağı lakin bir lokma dahi yememişti kerem onlardan. İyice zayıflamıştı. Ayseli geri getirmek için ne kadar uğraştıysa olmadı, başaramadı. Tutkuyla sevdiği bu kadından artık umudunu kesmişti. Her akşam işten gelir gelmez odasına girer, birlikte çekindikleri gelin damat resmine saatlerce bakardı. Mehmet böyle bir ortamda büyümüştü. 11 yaşındaydı ama 30 yaşındaki bir insanın olgunluğu ve yükü vardı sanki omuzlarında. Ne anne sevgisi ne baba şefkati görmüştü. Kendi kendine büyümüştü adeta.

Günlerden cuma idi. Mehmet köyün meydanına kurulan uçan sandalye yi izlemek için gitmişti. Babası gelmek üzereydi. Belki de gelmişti. Eve geldiğinde bahçe kapısının açık olduğunu gördü. Evin kapısıda açıktı. Babam gelmiş diye düşündü. İçeri girdiğinde yatak odasının kapısının kapalı olduğunu gördü. Babası içeri girer saatlerce çıkmazdı ama bugün bir tuhaflık vardı. Sokak kapısını ve evin kapısını hiç açık bırakmazdı. Ayrıca paltosunu da çıkarmamıştı. Mehmet kapıya kulağını dayadı. Burada saatlerce içini çeke çeke sessizce ağlamasını dinlerdi. Ama içerden ağlama sesi gelmiyordu. Meraklanmıştı. Yavaşça kapının koluna basarak açtı. Açması ile birlikte çığlığı basmasıda bir olmuştu. Babası kanlar içinde yatıyordu. Her yer kanla dolmuştu. Sağ elinde tabanca sol elinde düğün resmi ile birlikte hayata veda etmişti Kerem. Mehmet’in unutamayacağı manzaralara bir yenisi daha eklenmişti. Babasının dayanamadığı acıların daha fazlasına dayanmak zorundaydı artık.

Keşke Her Şey Bir Rüya Olsa…

Güçlükle doğruldu yataktan Cemil. Ölü gibi yatmıştı adeta. Kötü bir rüya görmüştü. Kafasını çevirmesiyle birlikte Haydar’ı gördü. Kahretsin dedi. Rüya değildi. Herşeyi hatırlamıştı. Biraz sonra Haydar’da uyanmış oda olan biteni hatırlamıştı. Hızlıca üzerlerini değiştirdiler. Hiçbir şey konuşmak istemiyorlar herşeyi unutmak istiyorlardı.

Soluğu madenci kahvesinde aldılar. Çay poğaça siparişi verip kahvehanenin kuytu bir masasına oturdular. Haydar aklındaki soruları tek tek sıralamaya başladı. Nasıl insanlardı? Nasıl öldürülmüşlerdi? Kaç yaşlarındaydılar? ve daha onlarca soruyu makinalı tüfek gibi sıralıyordu. Cemil manken konusunda ısrar ediyordu. Manken diyelim geçelim. Konuyu uzatmayalım diyerek kestirip attı. Konuşmaya o kadar dalmışlardıki selam verip hemen yan masalarına oturan Nevzattan haberleri bile olmamıştı.

Nevzat konuşmalara kopuk kopuk kulak vermiş olsada; eski maden ocağında bir kadın ve bir erkek cesedine benzeyen birşeyler gördüklerini anlamıştı. Kendiside bir madenci olduğu için pek önemsemedi. Maden çukurlarında pekçok şeyle karşılaşırlardı. Çok muhabbeti olmasada her ikisini de tanıyordu. Birkaç defa beraber iş yaptıkları olmuştu. İkiside işinde aşında insanlardı. Onları hararetli konuşmaları ile başbaşa bırakıp masadan kalktı.

Haydar ve Cemil’ de çaylarını içip kalkmışlardı. Hesap ödemek için masaya yaklaştıklarında Haydar ile Nevzat selamlaştı. Hal hatır sordular. Nevzat hayırdır abi dedi. Hararetli hararetli ne konuşuyordunuz, selam verdim almadınız dedi. Haydar’ın birden bire rengi attı. Filan yerdeki bir maden ocağında iyi bir cevher buldukta onu konuşuyorduk dedi. Nevzat fazla üstelemedi. Hayırlı olsun deyip ayrıldılar. Ancak kader onları birkere buluşturmuştu. Çok geçmeden tekrar görüşeceklerdi.

Cemil soluğu otogarda aldı. Adeta arkasına bile bakmadan memleketin yolunu tutmuştu. Bir dahada buralara gelmeyecekti. Kendini direkten dönmüş gibi hissediyordu.

Nevzat yorulmuştu. Eve geldiğinde karısı çoktan uyumuştu. Duş alıp uykuya daldı. Sıradan birgün geçirmişti ama sıradışı geçecek bir hafta onu bekliyordu.

Kalk! Kalk! Kalk! diye birisi sesleniyordu Nevzat’ a. Birden yatağından doğruldu. Karşısında beyaz elbiseler içinde orta yaşlı bir kadın duruyordu. Gözlerinden yaşlar süzülüyor ve şöyle diyordu.

“Ben o adamların maden ocağında gördüğü kadınım. Karakol komutanı başçavuşu ara. Ben affedildim. Gelsin beni kurtarsın bu adamdan”,

“Ben o adamların maden ocağında gördüğü kadınım. Karakol komutanı başçavuşu ara. Ben affedildim. Gelsin beni kurtarsın bu adamdan”

Nevzat adeta şoka girmişti. Kanter içinde uyandı. Oh be rüyaymış dedi ama bu nasıl bir rüya idi. Bir kahvehanede istemeden kulak verdiği ve çok önemsemediği bir olaydan bahsediyordu. İşin ilginç tarafı kolay kolay rüya gören bir adam değildi. Yorgun olmasına yorumladı. Elini yüzünü yıkayıp bir sigara içtikten sonra tekrar uzandı yatağına lakin çok geçmeden kanter içinde yine fırladı yataktan. Kadın yine gelmişti. “Ben o adamların maden ocağında gördüğü kadınım. Karakol komutanı başçavuşu ara. Ben affedildim. Gelsin beni kurtarsın bu adamdan” sürekli bunu tekrarlıyordu. Korkmaya başladı. Saat 3 olmuştu. Ne yapabilirdi ki bu saatte. Cemil’i tanıyordu ancak telefon numarası yoktu. Gözünü kapatır kapatmaz kadın karşısındaydı. Korku içinde sabahı etti.

TO BE CONTİNUE…..

Hadi Ama! Ne Düşünüyorsun!